11 Şubat 2012 Cumartesi

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN

Hafta sonu Bekir Coşkun un Cumhuriyet kadınlarına armağan ettiği kitabın imza günü varmış Kent Park Arkadaş Kitabevi nde, hiç kaçırır mıyım?
İnsan, güzel insan görmeyi özlüyor, gidip görmeli… yıllardır yazılarını okuduğum, kah güldüren, kah ağlatan, köyden köye kovulan sevgili Bekir Coşkun u desteklemek için bir merhaba da ben vereyim.

Resimlerini çektim, yüzü aydınlıktı, gülüyordu… “işte bu, işte bu” diyordu kadınları gördükçe, sanki tanıyordu, o kadar mutluydu ki, hemen yanı başında genç bir bayan keman çalıyordu. Kendisi masada oturmuş misafirlerini karşılıyor, kitabını imzalıyor, sorulara yanıt veriyordu. Bir ara dönüp genç kemancıya “Harika çalıyorsun” diyerek teşekkür etti. Müthiş bir pozitif enerji yayıyordu, aydınlığı saçılmıştı kitabevi ne …

Akşam eve gelip kitabını okuduğumda kendisinin de bir müzik sever olduğunu ve hatta birkaç enstrüman çaldığını öğrendim. Güzel insanların mutlaka sanatla ilişkisi oluyor…. Sanattan anlayan, seven insanlardan zarar geleceğine inanmıyorum. Sanatın hangi dalı olursa olsun, insan ruhunu arındıran bir etkisi var. Bizi daha insanca düşünmeye, daha duyarlı yapmaya, daha insan olmaya olumlu bir etkisi var.

Hatırlarsanız daha birkaç ay önce İstanbul da bir dolu insan, sanat galerilerine taş ve sopayla saldırıda bulundular. Birkaç gün önce bu ülkenin sonsuza kadar başbakanı olarak kalacağını sanan, çok bilen imam başbakan, Kars ta Mehmet Aksoy tarafından yapılmakta olan ve henüz tamamlanmayan “İnsanlık anıtı” adını verdiği heykelini ucube olarak değerlendirdi. Yetmedi, yıkılmasını istedi, bir daha gittiğinde o heykeli orada görmek istemediğini ilan etti.

Sadece bu tavır bile demokrasiye inanmadıklarını göstermiyor mu? “Beğenmedim, öyleyse yıkın” düşüncesiyle ileri demokrasi diye halka yutturdukları demokrasi bu işte …. Bu zihniyetin sanatçıya, sanata, insana, emeğe, kadına saygısı olmaz. Olsa gazeteciler, aydınlar, profesörler içerde olabilir mi? olsa gazeteciler işsiz kalabilir mi? Gazete sahiplerini tehditle istediği çizgiye çekiyor, kendisine muhalefet her sesi kesmeye çalışıyor, ilerde onu ve hükümetini zorbalar diye anacağız. Ülkeye yararları olacağını beklemek gaflettir. Ülkeyi soyup soğana çevirenler hükümeti olarak tarihe geçecekler, bu gün onları destekleyenlerin geç olmadan uyanmalarını diliyorum.

Bekir Coşkun, Hürriyet ten Habertürk e geçiş hikayesini anlatıyor kitabında, adım adım Türkiye Cumhuriyeti kalelerinin ele geçirilişinin hikayesidir bu. Hem tanık hem sanık olarak bizi aydınlatıyor, okuyun, farkında olmak ve biraz daha sıkılmak için okuyun…. Bu gün bombalanarak, kalemi susturulan sevgili Uğur Mumcu nun 18. ölüm yıldönümü, ne demişti :
Vurulduk ey halkım, unutma bizi !
Sevgili Uğur, unuttuk maalesef, halkın seni unuttu, unutmakla kalmadı derin derin uyuduk. Hafızamızı kaybettik, unutmasak hiç bunlar başımıza gelir miydi ki ?
Muna
24 Ocak 2011

5 Şubat 2012 Pazar



Safak Pavey, insan hakları söyleşisinde ....


daha fazla resim yukleyemiyorum , resimlerinize ulaşabilmeniz için facebook kullanıyorsanız muna haykır a arkadaslık teklifi gönderin sizi kabul ettikten sonra fotograflarım bolumunde resimlere ulaşabilirsiniz. resimleri aldıgınızı bir mesajla bildirdikten sonra arkadaşlığınızı iptal edebilirim. ıkı gundur ugrasıyorum ama sorunu cözemedim kusuruma bakmayın , saygılar, muna


Çocuklar sanat faaliyetlerine katıla katıla sanatı severler, anlarlar, zamanla izleyicisi olurlar.... dünyayı güzelleştirmeye katkıda bulunurlar....

3 Şubat 2012 Cuma

GERÇEĞE OLAN SEVGİ VE BİLGİ

Osman Hamdi Bey in hayat hikayesini okurken dikkatimi çeken bir nokta oldu. Fransa da okuyup geldikten yıllar sonra, babası Edhem paşa, sadrazam olmuştur. Bu vesileyle padişaha oldukça yakındır. Ama bu yakınlığını, hep toplumu daha iyiye taşımak ve onun aydınlanması için kullanmıştır. Bir aydın insan tavrıdır bu. Kendini topluma karşı sorumlu hissetmek, kaynakları onun için kullanmak, koşullar uygun olmasa bile yılmamak, koşulları yaratmaya çalışmak.

Onun yaşadığı yıllarda, toplum sanata son derece yabancıdır, bir sanat okulu bile yoktur. Padişaha bir proje sunar ve bir sanat okulu açılması için destek ister. Bu gün Türk resim sanatının, heykelin, mimarlığın, arkeolojinin gelişmesini sağlayan yüzlerce öğrenci bu okulda yetişmiştir.

Osmanlı topraklarında kazılar yapıp buldukları eserleri “Türkler değer bilmez” bahanesiyle kendi ülkelerine kaçıran Alman ve Fransız arkeologlara engel olmak için yasalar çıkarılmasını önerir. O tarihten sonra bulunacak eserlerin gelecek nesillere miras kalması için, İstanbul Arkeoloji Müzesi nin kurulmasını talep eder. Bu iş için çok büyük bir bütçe gerektiğini o da bilir. Mimara, binayı öyle planlamasını ister ki, “Elimize maddi imkan geçtikçe binayı büyütecek şekilde tasarla” der. Arkeolojik kazılara bizzat katılır, çok önemli binlerce yıllık eserler bulunur ve bunların taşınması için her türlü imkanı zorlar.

Diyeceğim, Osman Hamdi bey, devletin imkanlarını kendi çıkarları için değil, toplumun çıkarları için, kendi çocuklarını zenginleştirmek için değil, toplumu kalkındırmak için kullanmış. Bundan da anlıyoruz ki Osman Hamdi bey vizyonu olan aydın bir devlet adamıdır. Ölümünün 100. yılında bile rahmetle anılabiliyor, ne mutlu ona…

İçinde yaşadığı toplumun zaaflarından yararlanarak, koşulları kendi çıkarları için kullanmak, ancak cin fikirli insanların işidir. Bu tür insanlar, her türlü devlet olanağını kendi çıkarları için kullanırlar. Belki de bu yüzden en büyük düşmanları aydınlardır. Onlarda olmayan bir vizyon, onlarda olmayan bir cevher vardır aydınlarda, onların hiç sevmediği şey : gerçeğe olan sevgi ve bilgi.

Kendi banka hesapları kabardıkça işsizliği çözdüğünü sanan, halkın neden mutsuz olduğunu anlamayan, kapalı kapılar ardında milletinden gizli sözler veren bu tür politikacıların artık dünyanın hiçbir yerinde ihtiyaç yoktur.

Vizyonu her mahalleye bir cami, her mahalleye bir imam atamadan öteye gitmeyen, sadece kendi çocuklarını zenginleştirme amacında olan bir imam başbakanın modası çoktan geçmiştir.

Muna
02 02 2011

16 Ocak 2012 Pazartesi

PARİS

Bugüne kadar bir türlü gidemediğim şehir; Paris... kızımın yılbaşını orada geçirme isteğini kırmamak için bu kez fırsat yarattık ve gittik...


Amsterdam Schipol havaalanında Paris e doğru uçak beklerken .....


Paris te ilk akşam ve yılbaşı gecesi bir pizzacıda garson kız Micheal Jackson ı televizyonda gorunce dayanamayıp dansetmeye başladı. Coskusuna biz de katıldık. Biz de Micheal Jackson ı sevdiğimizi soyleyince mutlu oldu....


Dansetmek için yaratılmışlar, müthiş figürler...


Belki bir daha karşılaşmayacağız ama çoktan arkadaş olmuştuk müzik sevdası sayesinde, birbirimize mutlu yıllar dileyerek ayrıldık....


Eyfel e gitmeye karar verdik, o gece orda olmalıydık nede olsa dünyanın dört bir yanından gelen herkes orada olacaktı 31 Aralık 2011 gecesi ... Eyfel e doğru gelirken binaların üzerinden ucunu gördük ve ona doğru yürümeye başladık....


Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra bir köşeyi dönünce birdenbire onu karşımızda bulduk, dünyanın en büyük mücevherini bulmuş gibiydik...



Mühendis Gustave Eiffel tarfından yapılan bu kule tam 320 metre yüksekliğindeymiş, 1931 yılına kadar Amerika daki Empire States yapılana değin dünyanın en yüksek kulesiymiş.  İnsanın büyülenmemesi mümkün değil , Eiffel ile ilk karşılaşmam, mutluyum ....


1887-1889 Fransız devriminin 100.yılı kutlamaları çerçevesinde yapılmış ve tüm dünya turistlerinin ilgi odağı olmuş.


 Gözlerimizi ondan alamıyoruz, muhteşem bir mühendislik harikası Parisliler için iyi bir bacasız gelir kaynağı...


O gece orda dünyanın dört bir yanından gelmiş binlerce insan vardı, herkes kendi dilini konuşuyordu, kimse kimseye sataşmadı, kimse kimseyi rahatsız etmedi, herkes içkisini içti, sandövicini yedi, sevgililer, kardeşler, arkadaşlar herkes ordaydı ve mutluydu... binlerce resmi çekildi Eyfel in, belki de Gustave Eiffel bile aramızdaydı....


Eyfel i Seine nehri tarafından izlemek üzere altından geçip karşıya doğru yürüyoruz....


Eyfel in bir su birikintisinde yansıması :)))


Eyfel in uzaklardan bir görüntüsü....


Eyfel acaba aynaya dönüp "Ayna ayna söyle bana benden güzeli var mı dünyada" demiş midir ? deseydi eğer ben birinciliği ona verirdim... Bu gecenin güzeli sensin Eyfel ve seni yaratan Gustave Eiffel var ya büyük bir sanatçıymış meğer....


O gece orda Eyfel in güzelliğinden büyülenlere pankek yapanlar da vardı ....


Sevgili Fikret Mualla nın uğradığı Cafe Dome .... Geldim yoktunuz Sevgili Mualla, aşkolsun ....


Paris boşuna yılda 70 milyon turist almıyor, eskiye saygı var, antika olana, sanatsal olana düşkünlük değer bilirlik var, onları yok ederse bunca insanın gelmeyeceğini biliyorlar belki en azından bu bilinçteler...


Beyrut Cafe, 1 Ocak yılın ilk günü, günün ilk saatleri, sokaklar sessiz, bizim zamanımız değerli....


Fransızlar turistlere pek yardımcı değil, harita kullanmayı bilmek gerekiyor, sokaklarda dolaşıyoruz, binalar eski, tarihsel oldukları belli ve dört beş kattan fazla değil ... kaldırımlar, yaya geçitleri, ışıklar son derece düzenli...


Seine nehri boyunca kitapçılar, hediyelik eşya satan minik seyyar dükkanlar....


Seine nehri ve üzerindeki onlarca köprüden biri...


Seine nehri kenarı bir nevi sahafcılar çarşısı gibi ... Bu arada John Lennon a selam olsun, son yüzyılın en güzel şarkısını yazandır benim için:

Düşün kü ne cennet var üstümüzde ne cehennem altımızda
Düşün ki ne bir din var aramızda,
Sadece barış var, kardeşlik var dünyada....



Paris in ünlü köşe kafeleri, dostların sevgililerin buluştuğu, ilişkilerin pekiştiği kafeler....


Notre Dame katedrali, bir çok kral ve kraliçenin ve hatta Napolyonun taç giyme törenine evsahipliği yapmış. Aynı zamanda Victor Hugo nun Notre Dame ın Kamburu adlı eserine ilham olmuş, dünyaca tanınmıştır. Eseri bilenler eminim her çan çaldığında çanın Quasimado tarafından çalındığını düşlüyordur ...


Yılda 10 milyon ziyaretçisi olan katedral Paris in en çok turist çeken köşelerinden biri....


Quasimado nun hayatı pahasına idamdan kurtardığı kızın adını taşıyan kafe, Esmeralda... Halk güzel olduğu için onu asmak ister, ama onun güzelliğine aşık biri öldürülmesine razı olmaz,onu idam sehpasından kaçırarak Notre Dame katedralinin çan odasında saklar. Aşk bir kere girmesin insan yüreğine, yapamayacağı çılgınlık yoktur....


Yollar düzgün, trafik emniyetli olunca bisikletle Paris i turlamak mümkün... Küçük bir sokakta bisiklet parkı ....


Notre Dame Katedrali nin etrafında hediyelik eşya satan minik dükkanların olduğu sokaklar....


Notre Dame yi gören bir köprünün demirine kilitlenmiş ve anahtarları Seine nehrine atılmış kilitler... Sevgililer sonsuza kadar beraber olmak istiyorlar, gerçek hayatla ne kadar örtüşüyor bilemem ama bu herkes için mümkün olamıyor, çünkü aşkın büyüsü her an bozulabiliyor...


Notre Dame Katedrali Seine nehrinin ikiye ayrıldığı bir noktada ....


Paris romantik bir şehir .... 


Esmeralda kafede mola ....


Şehirde ulaşım problemi çözülmüş, metro, tren ve otobüsle her yere gitmek mümkün .... duvarlar sanatsal faaliyetlerin afişleriyle donatılmış ....


Metroda....


Sacre Coeur Kilisesine (Kutsal Kalp Kilisesi) giden sokak, dönüşte sokak çok kalabalık olacak, bu hali sakin .... Sacre Coeur Kilisesi Fransa -Prusya savaşının ardından vatanseverliğin yeniden doğuşunu simgelemek üzere iki iş adamı tarafından yapılmış. Bu işadamından birinin yüreği bu kilisede gömülü imiş.


Sacre Coeur un önünde bir çok müzisyen enstrüman çalıyor, biri dinlenirken diğeri başlıyor. ressamlar bu kilisenin önündeki teras sokakta resimler yapıyor.... neşeli bir kemancı etrafa mutluluk saçıyor ....


Sacre Coeur un merdivenlerinde...


Bir arp sanatçısı... müzik neden ruhun gıdasıdır, neden evrensel bir dildir insan dinleyince anlıyor ....


Japonlar, Amerikalılar, Almanlar, İtalyanlar, İspanyollar herkes orda, ne mutlu Fransızlara ....


Sacre Coeur dan aşağıya doğru inerken....


Sacre Coeur dan indikten sonra mola ...


Paris in ünlü caddesi Şanzelize....

Champs Elysees, fransızlar bunu Şanzelize diye okuyor, yazarken bir çok harf var ama okurken esgeçip okumuyorlar, biz Türklerin zor anlayacağı bir şey bu ....

 
Laduree Pastanesi makaronu en iyi yapan pastane olarak biliniyor,  tadına baktık çok pahalı olmasına rağmen haksız değiller... binalara baktıkça fransızların estetiğe, sanata ezelden beri değer verdiklerini ve bu özelliklerini bugune taşıdıklarını düşündüm... Sanırım Türkiye nin en büyük şanssızlığı milletvekili olmak için sadece okur yazar olmanın yetmesi, bence üniversite mezunu olmayı da şart koşmak gerekiyor. Bu özellik her türlü devlet hizmetinde olacaklarda aranmalı... belki o zaman şehirlerimiz yavaş yavaş güzelleşir, yaşlılar, gençler, çocuklar ve özürlüler için sokaklarımız daha emniyetli olur.


Zafer Takı Şanzelize Caddesinin üst çıkışında, Napolyon tarafından Austerlitz Savaşı nın ardından 1806 yılında yapılmaya başlanmış büyük bir meydanın ortasında yer alıyor. En az sekiz caddenin kesiştiği bir meydanın ortasında ve 50 metre yüksekliğinde, isteyen takın üst terasına çıkıp Paris i seyredebiliyor.

  
 Zafer takı nın daha yakından bir görüntüsü, üzeri heykellerle süslü....


Paris in opera binası, büyük şehri daha büyük yapan özelliklerden biridir sanat.... etrafındaki ülkelerden binlerce insan sadece opera izlemek için gelebiliyor... Bu gelen insanlardan oteller, turizm şirketleri, restaurantlar, toplu taşıt araçları, garsonlar, komiler, hediyelik eşya satanlar herkes ama herkes nemalanıyor...

Bugün Bahçeli de gezerken işimizin ne kadar zor olduğunu düşündüm, çünkü kaldırımlar eğri büğrüydü, kaldırımlara park etmiş arabalar vardı, trafik felaketti, yanımdan geçen taksilerin gazabına uğramamak için korunmaya çalıştım, önüme bakarak yürümek zorundaydım, çamur vardı, kaldırımlarda standart yoktu, karşıdan karşıya her geçişinizde risk almak zorundasınız çünkü yaya geçidi yok, filan filan .... Bahçeli, yani Türkiye nin başkenti Ankara nın gözde semtlerinden biri Bahçeli .... fransızlar gece gündüz para basarken biz turistler gelmesin diye elimizden geleni ardımıza koymadan çalışıyoruz, ne yazık ....

 
Opera binasının merdivenlerinde....


Resim, heykel, mimarlık ve müzik hepsi bir arada... sanatı günlük hayatın içinde hissetmek, solumak doğal olarak insanı güzelleştirir....


Fransızları protesto etmek yerine kendi evimizin içindeki huzuru sağlamak daha akıllıca değil mi ? Fransızların protesto edilmesi umurları değil, biz birbirimizi ne kadar seviyor sayıyoruz acaba ? Fransızlardan daha fazlasını beklemek mantıklı mı ?


Bach a saygı .... Fazıl Say ülkemizin yaşayan Mozart ı aslında, ülkemizi tek başına dünyanın dört bir yanında temsil eden bir bestecimiz, o çaldığı zaman herkes onu alkışlıyor, ya biz değerini biliyor muyuz ? müziğini anlıyor muyuz, anlamak için çaba sarf ediyor muyuz ?


Fransız bir arkadaşı ziyaret, aynı dili konuşmak saygı ve hoşgörüyle mümkündür, yeter ki yüreğinizi açın....


Sevgi bir yuvayı ısıtan duygudur, evsahiplerinin ince zevki...


 Sohbet sofrada devam ediyor....


Sevgili Gilles ve nazik, güleryüzlü eşiyle beraber... Gilles zaten Türkiye de yaşıyor, Türk insanını çok sevmiş, insanların selamlaşırken birbirlerine dokunmaları, sarılıp öpüşmeleri hoşuna gitmiş, eşine anlatmış. "Biz belli bir yaştan sonra çocuklarımıza bile sarılamayız" diyor .... ayrılırken gayri ihtiyari Meri ye de sarılıp öptüm, "Aaaa bu çok hoş" diye tepki verdi.... bizde adettendir ama onların garibine gidiyor, buna kültür farklılığı diyoruz .... çok teşekkür ediyor onları da Türkiye ye bekliyoruz...


Gilles in evinde bu tabakta yemek yedik. Bu tabaklar Fransa dan Amerika ya uçan Concorde ta misafirlere yemek vermek üzere kullanılıyormuş, ne yazık ki 4-5 yıl önce uçak havalandıktan kısa bir süre sonra düştü ve seferleri iptal edildi.


Ertesi gün metroda, saksafon çalan bir fransız ....


Bir bale nin reklamı metroda ....


Şehirde turist gezdirmek için kullanılan albenili araba bisikletler ....


Concorde Meydanında heykelli bir havuz .... Sol taraf Şanzelize Caddesi ne gider, sağ taraf Louvre Müzesi ne ....


Binaların estetiğine dikkat ... Hotel Ritz in olduğu meydan bu...


Vivaldi nin dört mevsimini çalıyor, metroda ....


Bir çiçekçi dükkanının önü....


Eyfel i gün ışığında merak edip görmemek olur mu ? Gustave kardeş nasıl bir ilham gelip buldu ki seni, sen böyle bir eser yarattın ? ellerin dert görmesin e mi ?

 
Aynı gün ülkemde sanatçılar, yazarlar, şairler, ressamlar terörist ilan ediliyordu bir kendini bilmez tarafından .... bilmiyorlar ki onlar bizden çok daha uzun ömürlü olacaklar, bedenleri yok olsa da eserlerinde devam edecekler .... yaşasın Türk sanatçıları, şairleri, yazarları, ressamları ve tüm dünya sanatçıları, teşekkürler dünyamızı güzelleştirdiğiniz için ....



Louvre Müzesi ne giderken ....


Resimlerde gördüğüm zaman bu üçgen piramidin ne olduğunu hep merak ederdim, meğerse Louvre Müzesine girişin olduğu yer burasıymış, 1989 yılında böyle bir giriş tasarlanıp eklenmiş....


Yaklaşık yarım saat kuyrukta bekledikten sonra içeri girmeyi başardık, bir yarım saat te bilet kuyruğunda bekleyeceğiz.


Heykeller....



Özgürlüğün kanatları adlı heykele doğru giderken....


Uçmak tek kişilik bir eylemdir, uçmak için özgür olmak gerekir, özgürlük bu yüzden bireysel bir haktır, insanca yaşamanın koşullarından biridir. Hiç kimsenin başkasının özgürlüğünü sınırlama hakkı olamaz, buna hakkı yoktur.

   
Mona Lisa, Leonardo da Vinci tarafından 1504 yılında yapılmış bir tablo.... Tabloyu yaklaşık 3 metreden görmek mümkün, en rağbet gören tablo ....


Mona Lisa yı resimleyen turistler....


Louvre Müzesinde bir salonun tavanı ....


Jean D'arc, Fransa nın kurtuluşunu simgeleyen bir tablo ....

 
Louvre müzesi 1200 lü yıllarda inşa edilmiş, 16. yüzyılın sonunda restore edilmiş, saray olarak kullanılmaya başlanmış. 1793 yılında müze olarak yeniden düzenlenmiş. Napolyon un yağmaladığı yerlerden getirdiği eserlerle müze daha da zenginleşmiş.